Kayıtlar

Haziran, 2024 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sapkın

Köyün en eski ve en ilginç evlerinden biri olan o terk edilmiş bina, uzun zamandır kimsenin yaklaşmadığı bir yerdi. Yüksek, gotik tarzdaki pencereleri ve çatısından sarkan sarmaşıklarla neredeyse canlı gibi görünen bu ev, karanlık hikayelere ev sahipliği yapıyordu. Köylüler buranın lanetli olduğuna inanıyordu. Ancak genç Ecevit, bu tür söylentilere kulak asmayan cesur bir delikanlıydı. Ecevit, köyün girişindeki derme çatma kafede otururken, arkadaşlarıyla bu efsaneler hakkında konuşmaya başladı. Herkesin yüzünde korku ve merak karışımı bir ifade vardı. "Ecevit, sen bu kadar cesursan, git ve o evde bir gece geçir," dedi arkadaşlarından biri meydan okurcasına. Ecevit, bir an düşündü ve ardından kararlı bir şekilde başını salladı. "Tamam," dedi. "Bu gece orada kalacağım ve ne olduğunu size anlatacağım." Arkadaşları şaşkınlıkla bakarken, Ecevit kalktı ve hazırlık yapmaya başladı. Gece yarısı olduğunda, Ecevit elinde bir fener ve bir sırt çantasıyla eski evin k...

Karanlığın Efendisi

Göçebe bir ailenin çocuğu olarak doğan Tao'nun çocukluğu, yoksullukla ve zorluklarla geçti. Ancak doğuştan gelen zekâ ve hırs, onu diğerlerinden farklı kılıyordu. Genç yaşta, tesadüfen keşfettiği eski ve gizemli bir kitap, ona şeytani güçlerin varlığı ve onları kontrol etmenin yollarını öğretti. Tao, bu güçlere sahip olmak için her şeyi yapmaya karar verdi. Gizemli kitabı kullanarak insanları etkileme yollarını öğrendi. Bütün iletişim organlarını kullanarak yalanlarına, iftiralarına medyayı alet etti. Hızla güç kazandı ve ülkenin en etkili insanlarından biri haline geldi. Başlangıçta, Tao adaleti ve halkının refahını savunduğunu iddia ederek yükseldi ve halk, ülkenin yönetimini Tao'ya verdi. Ancak güç onu hızla sarhoş etti ve kendi çıkarları için her şeyi yapabileceğini düşünmeye başladı. Adaletsiz yollarla zenginleşmeye başladı, yakın çevresindekileri de bu karanlık yolculuğa sürükledi. Ülkeyi yönetirken, yolsuzluk ve cinayetlerin yaygınlaşmasına göz yumdu. Karşı çıkanları ...

Şeytanın Çocukları

Bir zamanlar küçük bir kasabada, üç genç vardı: Erdoğan, Alperen ve Yasin. Bu gençler, kasabanın dışında yaşayan sakinleri rahatsız eden büyük suçlar işlemekle tanınırlardı. Gece yarısı hırsızlık yapar, evleri soyar ve hatta şiddet içeren olaylara karışırlardı. Kasaba halkı, bu üç gencin etrafında dolaşan korkunç bir aura olduğunu hissederdi, ama kimsenin kanıtlayamadığı şeyler de vardı. Bir gece, Erdoğan, Alperen ve Yasin, kasabanın en bilge ve saygıdeğer kişisi olan Hüseyin Dede'nin kulübesine girmeye karar verdiler. Hüseyin Dede, kasabanın manevi lideriydi ve onun kulübesine girmek, büyük bir kutsal alanı ihlal etmek anlamına geliyordu. Ancak gençlerin umursamadığı tek şey buydu. Gece sessizce girdiler ve Hüseyin Dede'nin değerli eşyalarını çalmaya başladılar. Ancak bu sefer, beklenmedik bir şekilde Hüseyin Dede uyanıp onları yakaladı ve öfkeli bir şekilde lanet okudu. "Sizlerin gördüğünüz en korkunç kabuslar gerçek olacak ve bedelini ödeyeceksiniz!" dedi. Gençler ...

Kaderin Labirentinde

 Bir zamanlar, adı Seyit olan genç bir adam vardı. Seyit, küçük bir kasabada büyümüş, sakin ve sıradan bir yaşam sürmüştü. Ancak kaderin bir cilvesi sonucu kendini bir anda cezaevinde buldu. Kasabanın en zengin adamı olan Halil Bey, büyük bir malikanede yaşıyordu. Halil Bey, kasaba halkı tarafından sevilen ama aynı zamanda korkulan bir adamdı. Bir gece, Halil Bey’in malikanesinde korkunç bir cinayet işlendi. Halil Bey, kendi çalışma odasında, masasında ölü bulunmuştu. Oda dağınık, eşyalar yerlere saçılmış, duvarlarda kan izleri vardı. Cinayet silahı olarak kullanılan bıçak, Halil Bey’in göğsüne saplanmıştı. Cinayet o kadar vahşice işlenmişti ki, kasaba halkı dehşete düşmüştü. O gece Seyit, kasabanın dışında bir arkadaşının evindeydi. Ancak, Halil Bey’in malikanesinin yakınlarında Seyit’in ceketinin bulunması, onu bir numaralı şüpheli haline getirdi. Ceketinde Halil Bey’in kan izleri vardı ve bu, Seyit’in suçlu olduğunu gösteren en güçlü delildi. Seyit, hiçbir şekilde suçsuzluğunu k...

Kıyametin Eşiğinde

 Yıl 2035. İnsanlık, doğanın dengesini iyice bozmuş, küresel ısınmanın etkileri her geçen gün daha da belirginleşmişti. Buzullar hızla eriyor, deniz seviyeleri yükseliyor ve kıtaların büyük bir bölümü sular altında kalıyordu. Küresel ekosistemler ciddi zarar görmüş, iklim dengesi alt üst olmuştu. Tarım alanları çoraklaşıyor, hayvan türleri hızla yok oluyordu. İnsanlık, doğanın gücünü ve hassasiyetini acı bir şekilde öğreniyordu. Doğal afetler artmış, zaman geçtikçe depremler, seller, tsunami ve hortumlar daha da yıkıcı hale gelmişti. Büyük şehirler, sürekli tekrarlanan doğal felaketlerle harap oluyordu. İnsanlar evlerini ve sevdiklerini kaybediyor, hayatlarını yeniden inşa etmeye çalışıyordu. Bu zor dönemde, insanların çaresizliği ve korkusu giderek büyüyordu. Astrofizikçi Ozan, sabah görev yaptığı uzay araştırma merkezine geldiğinde, gökyüzünde bir tuhaflık olduğunu fark etti. Güneş her zamankinden daha büyük, daha parlak ve daha yakıcıydı. Ozan yaptığı araştırmalar sonucunda, mes...

Nefesini Tut

Soğuk, karanlık bir geceydi. Ay ışığı ormanın içlerine kadar uzanıyor, yere düşen yaprakların arasında gölgeler oluşturuyordu. Emre, şehir hayatından bunalmış bir halde bu izbe kasabaya sığınmıştı. Hem dinlenmek hem de biraz kafa dağıtmak istiyordu. Kasabanın yerlileri, onun kalacağı ev hakkında pek konuşmuyor, gözlerini kaçırıyorlardı. Yine de Emre, eski bir dostu olan Kadir'in ısrarı üzerine bu eski, köhne evi kiralamıştı. Evin dış cephesi, yılların izini taşıyan gri taşlarla kaplıydı. Pencereleri eskiydi ve camlar yer yer çatlamıştı. Ancak, Emre bu durumdan pek rahatsız olmamış, içindeki huzursuzluğu bastırarak evin kapısını açmıştı. İçeri girer girmez eski, küf kokusu burnuna çarpmıştı. Tozlu mobilyalar, örümcek ağları ve neredeyse kırılmaya yüz tutmuş tahta döşemeler ona garip bir şekilde çekici gelmişti. Yalnız kalmak istiyordu ve bu ev ona ihtiyacı olan sessizliği sunuyordu. İlk gece, Emre evi keşfetmekle geçti. Bodrum katına inmeye cesaret edemese de üst katı dolaşmış, eski...

Kehanet

Karanlık, köyün üzerine çökmüştü. Gürültülü rüzgar, eski evlerin tahtalarını sallarken, köyün sokaklarında uğursuz bir sessizlik hâkimdi. Yol boyunca sıralanmış lambalar titreyerek yanıyordu ve her adımda gölgeler dans ediyordu. Bu gece, sıradan bir gece değildi; bir kehanetin gerçekleşeceği geceydi. Yıllar önce, köyün yaşlı kadını Fadime, köy meydanında korkunç bir kehanette bulunmuştu. "Gece çöktüğünde, ay karardığında, köy lanetlenecek ve ruhlar huzursuz olacak. Tarlalar kuruyacak, hayvanlar hastalanacak, çocuklar uykusuz kalacak ve köyü karanlık bir bela saracak." demişti. O gece, Fadime, köyün halkının gözü önünde aniden ölmüş ve kehaneti insanların zihnine kazınmıştı. Artık o gece gelmişti. Köyün genç gazetecisi Defne, bu kehaneti araştırmak için işe koyulmuştu. Defne, Fadime'nin eski evinde, karanlık bir odada, tozlu raflar arasında sararmış bir günlük bulmuştu. Günlükte, Fadime'in kehanetin detaylarını ve onun nasıl durdurulabileceğine dair ipuçlarını yazdığı ...

Gizemli Kahraman

 Elvan, Antalya'nın sıradan mahallelerinden birinde yaşayan bir üniversite öğrencisiydi. Ancak, sıradan bir hayat yaşamak onun kaderinde yoktu. Küçüklüğünden beri garip ve açıklanamaz olaylara tanık olmuştu, ama hiçbiri bir sabah kendisini esrarengiz bir tılsım bulduğunda yaşadığı kadar garip değildi. Tılsım, eski ve karmaşık desenlerle süslenmiş bir kolyeydi. Elvan, kolyeyi boynuna taktığında kendini bir anda bir ormanın ortasında buldu. Bu orman, normal dünyada bulunmayan yaratıklar ve bitkilerle doluydu. Karşısına çıkan yaşlı bir bilge, ona bu tılsımın kadim bir güce sahip olduğunu ve onu doğru kullanabilirse büyük bir kahraman olabileceğini söyledi. Elvan, başlangıçta yaşlı bilgeye inanmakta zorlandı. Ancak, ormanda geçirdiği her dakika onu ikna etmeye yetti. Tılsım sayesinde Elvan, ışınlanma, zaman durdurma ve hatta doğa ile konuşma gibi yetenekler kazandı. Ancak bu güçlerin bir bedeli vardı; her kullanışında enerjisinden bir parça kaybediyordu. Yaşlı bilge, Elvan'a Antaly...

Gölgedeki Kadın

Karanlık ve soğuk bir kasım gecesiydi. Yağmur ince bir perde gibi sokakları kaplarken, kasabanın meydanındaki eski çınar ağacının altında bir kadın oturuyordu. Üzerinde yıpranmış bir palto, başında eski püskü bir şal vardı. Yaşlı kadının yüzü derin çizgilerle doluydu ve gözleri sanki geçmişin karanlık sırlarını saklıyordu. Onu her gün burada görürdü insanlar. Kimse onun nereden geldiğini veya neden burada olduğunu bilmezdi. Kimi zaman sessizce oturur, kimi zaman ise yanından geçenlerden birkaç kuruş isterdi. Çoğu zaman görmezden gelinirdi. Ancak bazıları ona acır, birkaç bozuk para bırakırdı. O paraları hiç harcadığını gören olmamıştı. Kasabada "Gölgedeki Kadın" olarak bilinir hale gelmişti. Bu isim ona sadece kasabalıların verdiği bir lakap değil, aynı zamanda onun hakkında anlatılan bir dizi ürpertici hikayenin de merkezindeydi. Derlerdi ki, bu yaşlı kadın aslında bir zamanlar bu kasabanın en zengin ailesinin hizmetçisiydi. Ancak yıllar önce, bu aile bir gecede ortadan kayb...

Küçük Mucitin Büyük İcatı

 Ayaz, henüz on yaşında olmasına rağmen, yaşıtlarının çok ötesinde bir zekâya sahipti. Her zaman meraklı ve sorularla dolu bir çocuktu. Annesi ve babası, Ayaz'ın evdeki elektronik eşyaları söküp yeniden birleştirmesini izlerken onunla gurur duyuyordu. Ayaz, sıradan oyuncaklarla oynamak yerine, kendine özgü icatlar yapmayı tercih ederdi. Bir gün, Ayaz okuldan eve dönerken, komşularının bahçesinde çalışır durumda olmayan bir çim biçme makinesi gördü. Makine, paslanmış ve terk edilmiş gibiydi. Ayaz, bu makineyi alıp eve götürmek için komşularından izin istedi. Komşuları, memnuniyetle kabul etti ve Ayaz'ın makineyi almasına izin verdi. Eve döner dönmez Ayaz, çim biçme makinesini parçalara ayırmaya başladı. İçindeki mekanizmayı incelerken, makinenin aslında basit bir motor ve bıçak sisteminden ibaret olduğunu fark etti. Akşam yemeğinde, Ayaz'ın aklı hala makinedeydi. Yemek masasında babasına, bu makineyi nasıl çalıştırabileceğini düşündüğünü anlattı. Babası, Ayaz'ın gözlerin...

Ölümsüzlük İksiri

Uzun yıllardır kasvetli bir köyde, herkesin pek az tanıdığı bir adam yaşardı. Adı İshak'tı ve yıllar önce efsanevi ölümsüzlük iksirini bulmaya takıntılı hale gelmişti. Köy halkı onu deli olarak nitelendirir ve ondan uzak dururdu. Ancak İshak'ın karanlık bir sırrı vardı: Bu iksirin peşinde, bir şeytani varlıkla pazarlık yapmıştı. Bir gün, karanlık bir ormanın derinliklerinde, İshak sonunda aradığı kadim kitabı buldu. Kitabın sayfaları sararmış ve yıpranmıştı, ancak tarifin yazılı olduğu son sayfa kusursuz bir şekilde korunmuştu. Kitabı okudukça, İshak'ın yüzünde bir korku belirdi; çünkü iksirin yapımı insan kurbanlar gerektiriyordu. Ama o, çoktan kararını vermişti. İshak, köyün genç ve sağlıklı insanlarını hedef aldı. Geceleri gizlice evlerine giriyor, kurbanlarını ormanın derinliklerindeki gizli mağarasına sürüklüyordu. Köylüler kaybolan insanlardan korkar hale geldi, kimse geceleri dışarı çıkmaya cesaret edemiyordu. Ancak, İshak amacına ulaşmak için her türlü riski göze al...

Kedi Kız Laneti

Kasabanın kenarındaki eski ev, yıllardır boş duruyordu. Kimse cesaret edip içine girmiyordu, çünkü evin lanetli olduğuna dair söylentiler yaygındı. Her gece yarısı, evin pencerelerinden bir kedinin gözleri gibi parlayan sarı ışıklar görülürdü. Kasaba halkı bu ışıkları, evin lanetiyle ilişkilendirirdi. Bir gün, İstanbul'dan kasabaya yeni taşınan genç bir kadın olan Ayşe, bu evi görmeye karar verdi. Ayşe, antikalar ve eski eşyalarla ilgilenen bir koleksiyoncuydu. Evin içinde eski ve değerli eşyalar bulabileceğini düşünerek heyecanla kapıyı açtı ve içeri girdi. Evin içi, dışarıdan daha korkutucu ve kasvetliydi. Tozla kaplanmış mobilyalar, çatlamış duvarlar ve çürümüş ahşap zeminler Ayşe'nin ayak seslerini yankılandırıyordu. Ayşe dikkatlice etrafı incelerken, aniden bir kedi sesi duydu. Ses, evin derinliklerinden geliyordu. Merakına yenik düşen Ayşe, sesin geldiği yöne doğru ilerledi. Eski bir kapıyı açtığında, karşısında yaşlı bir kadın buldu. Kadın, eski bir sandalyede oturmuş, e...

Karanlık Kuyunun Sırrı

Mehmet, kömür madeninde çalışan işçilerden sadece biriydi. Küçük bir kasabada, ailesini geçindirmek için her gün yüzlerce metre yerin altına inen Mehmet, yıllardır bu tehlikeli işte çalışıyordu. Bir sabah, güneşin ilk ışıkları kasabanın üzerini aydınlatırken, madenin girişinde bekleyen işçi arkadaşlarıyla birlikte vardiyasına başlamıştı. Ancak o gün, herkesin kaderini değiştirecek bir gün olacaktı. Maden ocağı uzun zamandır bakımsızdı. Şirket, maliyetleri düşürmek adına güvenlik önlemlerini ihmal ediyordu. Havalandırma sistemleri yetersiz, gaz ölçüm cihazları ise çoğu zaman bozuktu. İşçilerin sesleri, defalarca yönetime ulaşmasına rağmen, kulak ardı ediliyordu. Mehmet de bu ihmallerin farkındaydı ama çaresizdi; çünkü başka iş bulması neredeyse imkânsızdı. O sabah, madenin derinliklerine indiklerinde, işçiler arasında garip bir huzursuzluk vardı. Mehmet, yakın arkadaşı Ali'ye dönüp, "Bu gün kötü bir şey olacakmış gibi hissediyorum," dedi. Ali ise omuz silkerek, "Merak...

Fırıldak Ömer ve Mucize İksirin Sırrı

 Bir zamanlar, her türlü dalaverayı çeviren, kurnaz mı kurnaz bir üçkağıtçı varmış. Adı Ömer’mis ama herkes ona "Fırıldak Ömer" dermiş. Ömer’in en büyük yeteneği, insanları kandırmakta usta olmasıymış. Ancak, işlerin böyle gitmeyeceğini anlaması uzun sürmeyecekmiş. Bir gün Ömer, büyük bir vurgun yapma hayaliyle kasabanın meydanında bir stand açmış. Üzerine kocaman harflerle "Mucize İksir! Her derde deva!" yazan bir afiş asmış. İksir dedikleri aslında sadece boyalı suymuş, ama bunu Ömer’den başka kimse bilmiyormuş. Ömer, iksirin ne kadar mucizevi olduğunu anlatırken, insanların ilgisini çekmeye başlamış. Kalabalığın arasından yaşlı bir amca çıkıp gelmiş. “Evlat, bu iksir gerçekten her derde deva mı?” diye sormuş. Ömer, gözlerini kırpmadan, “Tabii ki amca! Her türlü hastalığı iyileştirir, ömrünü uzatır!” demiş. Amca biraz düşünmüş ve “Peki, bunu bir deneyelim” diyerek bir şişe satın almış. Bir hafta sonra, Ömer yine aynı yerde dururken yaşlı amca tekrar çıkıp gelmiş. ...

Ay'ın Kıyısında

  Yıl 2095. Türkiye, uzun süren bilimsel araştırmalar ve teknolojik gelişmeler sonucunda, ilk uzay yolculuğuna çıkmaya hazırdı. Göktürk-1 adlı uzay gemisi, Ay'a gitmek üzere İstanbul Uzay Üssü'nden fırlatılacaktı. Göktürk-1'in mürettebatı, titizlikle seçilmiş dört astronottan oluşuyordu: Kaptan Cem Yıldırım, mühendis Aida Kara, doktor Cihan Demir ve bilim insanı Özlem Aydın. Fırlatma gününde tüm ülke nefesini tutmuş, bu tarihi ana tanıklık ediyordu. Göktürk-1, güçlü roket motorlarıyla gökyüzüne yükseldi ve kısa sürede Dünya'nın yörüngesine oturdu. Ancak, yolculukları sadece bir başlangıçtı; Ay'a ulaştıklarında, bu keşif misyonunun ne kadar karmaşık ve tehlikeli olabileceğini henüz bilmiyorlardı. Göktürk-1, Ay'a yaklaştığında beklenmedik bir sinyal aldı. Sinyal, Ay'ın karanlık yüzeyinden geliyordu ve kaynağı belirlenemiyordu. Cem, ekibine durumu bildirdi ve sinyalin analiz edilmesi için Aida'ya talimat verdi. Aida, bilgisayar terminalinde sinyali analiz e...

Karanlığın Fısıltısı

Küçük bir Anadolu kasabasında, karanlık ve soğuk bir kış gecesi tüm kasabaya çökmüştü. Hava, kar taneleriyle doluyken, eski taş evlerin bacalarından tüten dumanlar kasabaya huzur veriyordu. Ancak, yeni doğum yapmış olan Emel için bu huzur çok uzaktı. Emel, kucağında minik bebeğiyle yatağında oturuyor, dışarıdaki karanlığa bakıyordu. İçindeki huzursuzluk, doğum sonrası yorgunluğuyla birleşerek kalbini sıkıştırıyordu. Annesi, Emel’e yıllardır anlatılan Al karısı hikayelerini hatırlatmıştı. Al karısının, lohusa kadınları ve bebeklerini hedef aldığı, onların ruhlarını çaldığı söylenirdi. Bu korkunç varlık, özellikle geceleri ortaya çıkardı. Emel, bu hikayelere inanmasa da, içindeki tedirginlik onu rahat bırakmıyordu. O gece, annesi ona birkaç tılsım bırakmıştı: Yastığının altına bir bıçak koymuş, kapının eşiğine kırmızı kurdele bağlamış ve Emel'in başucunda dua kitapları bırakmıştı. Emel, annesinin bu önlemlerinin yetersiz olduğunu düşünerek, gözleri kapanana kadar bebeğini kucağında t...

Alevlerin Gölgesinde

Yılın en sıcak günlerinden biriydi. Toros Dağları'nın eteklerinde yer alan küçük Köyceğiz köyü, boğucu bir sıcaklık altında nefes almaya çalışıyordu. Köylüler, ekinlerini sulamak ve hayvanlarını korumak için harıl harıl çalışıyordu. Ancak, o gün köyde bir şeyler farklıydı; orman, her zamankinden daha sessizdi. Günün ortasında, köyün üzerinde kara dumanlar yükselmeye başladı. Ormanın derinliklerinden gelen çıtırtı sesleri, kısa sürede yerini uğursuz bir gürültüye bıraktı. Köyün yaşlılarından Hasan Dede, yılların verdiği tecrübeyle hemen anladı: Orman yanıyordu.  Köylüler hızla bir araya toplandı. Yangının büyüklüğü, rüzgarın yönü ve hızını hesaplayan köyün gençlerinden Ahmet, yangının hızla köye doğru ilerlediğini fark etti. Köylüler, panik içinde evlerinden değerli eşyalarını ve hayvanlarını kurtarmaya çalıştı.  Köyün kadınları ve çocukları, yangından uzak güvenli bir alana taşındı. Ahmet, yangını durdurmak için organize olmuştu. Köylüler, ellerindeki kürekler, kazmalar ve su ...

Karanlığın Ötesi

Ayaz, İstanbul'un en eski semtlerinden birinde, harabe haline gelmiş bir konakta yaşamaktaydı. Bu konak, Osmanlı'dan kalma, gizemli hikayelerle dolu bir yapıydı. Kapısının ardında yıllar boyunca anlatılagelen, fısıltılarla dolu sırlar barındırdığı söylenirdi. Bir gece, Ayaz eski kitaplarla dolu kütüphanede çalışırken, konağın derinliklerinden gelen garip bir ses duydu. Bu ses, sanki başka bir dünyadan geliyormuş gibi uğuldayan bir tınıya sahipti. Ayaz, merakla yerinden kalktı ve sesin geldiği yöne doğru ilerlemeye başladı. Konağın karanlık koridorlarında yürürken, her adımında tarihi duvarlardaki çatlaklardan sızan soğuk hava, tenine işliyordu. Ses, onu konağın alt katlarına doğru çekiyordu. Yıllar önce mühürlenmiş eski bir kapıya ulaştığında, kalbi hızlıca çarpmaya başladı. Kapının üzerinde, anlamadığı bir dilde yazılmış gizemli işaretler vardı. Ayaz, kapıyı zorlayarak açmayı başardı ve önüne karanlık, nemli bir merdiven çıktı. Merdivenlerden inerken, duvarlarda eski zamanlard...

Doğanın Direnişi: Yeşil Vadinin Kurtuluşu

 Bir zamanlar, Yeşilvadi adında ünlü bir vadi vardı. Bu vadi, etrafı yemyeşil ağaçlarla çevrili, kuş cıvıltılarıyla dolu ve huzur dolu bir yerdi. Vadi halkı, doğanın kıymetini bilen ve ona saygı gösteren insanlardı. Onlar için her canlı, Yeşilvadi'nin bir parçasıydı ve birlikte uyum içinde yaşıyorlardı. Ancak bir gün, vadinin huzurunu bozan bir şey oldu. Uzaklardan gelen bir grup madenci, Yeşilvadi'nin altında büyük bir değer taşıdığını düşündükleri bir maden olduğunu öğrendiler. Hemen iş makinelerini getirip, ağaçları kesmeye, toprağı kazmaya başladılar. Vadi halkı, doğanın dengesini bozacak bu faaliyetlerin zararlarını anlatmaya çalıştı ama madenciler, sadece kendi çıkarlarını düşündükleri için onları dinlemediler. Zamanla, Yeşilvadi'nin yeşilliği solmaya, kuşların cıvıltısı azalmaya başladı. Toprağın altından çıkarılan maden, vadinin su kaynaklarını kirletmeye başladı. Balıklar ölmeye, ağaçlar kurumaya başladı. Yeşilvadi halkı, çaresizce doğanın intikamının nasıl geleceğ...

Yıldızların Sırrı

Galaktik Federasyon'un sınırlarında, Aylin adında genç ve yetenekli bir bilim insanı, yıldızlar arası iletişim ağı için devrim niteliğinde bir teknoloji geliştirmişti. Aylin'in keşfi, galaksi genelindeki uygarlıklar arasında anlık iletişim sağlama potansiyeline sahipti. Bu teknoloji, kültürel ve bilimsel birleşmeyi hızlandırabilirken, aynı zamanda büyük bir tehlikeyi de beraberinde getirebilirdi. Galaksinin uzak köşelerinden birinde, Cemal adında karizmatik ve güçlü bir lider, Aylin'in buluşunu ele geçirmeye karar verdi. Cemal'in gerçek niyeti ise Aylin'in hayatını altüst edecek kadar karanlıktı. Cemal, Aylin'i kandırdı ve teknolojiyi elde ettiği anda, onu bir uzay gemisinin karanlık odalarına hapsedip bilinmeyen bir bölgeye doğru yola çıktı. Aylin, kendini yolculuk başlamadan önce acımasız bir katilin elinde buldu. Uzay gemisi, derin uzayın boşluğunda sessizce ilerlerken, Aylin kendi becerilerini ve zekasını kullanarak hayatta kalmak için mücadele etti. Ancak C...

Meltem Rüzgarında Kaybolan Aşk

İzmir'in dar sokaklarında başlayan bu hikâye, iki gencin kalplerine derin izler bırakacak bir aşkı anlatır. Yazın sıcak bir günüydü. Meltem rüzgârı sahilden esiyor, deniz tuzu kokusu şehrin her köşesine yayılıyordu. Kordon'da, denizin kenarında yürüyen Elif ve Ahmet, birbirlerini ilk kez o gün gördüler. Elif, şiir okur gibi konuşan bir edebiyat öğrencisi, Ahmet ise her kelimesiyle duygularını ifade eden bir müzisyendi. Göz göze geldikleri an, ikisi de içlerinde bir kıvılcım hissetti. Zaman, onların çevresinde durmuş gibiydi. Ahmet'in gitarının tellerine dokunması, Elif'in kalbinin ritmiyle uyum içindeydi. O an, hayatlarının geri kalanında birbirlerinden ayrı kalamayacaklarını anlamışlardı. Ancak hayat, onların önüne büyük engeller koymaya hazırlanıyordu. Günler geçtikçe, Elif ve Ahmet sık sık buluşmaya başladılar. Sahilde el ele yürümek, birbirlerine şiirler okumak, uzun sohbetlerde kaybolmak onların en büyük mutluluğuydu. Fakat Elif'in ailesi, kızlarının Ahmet ile ...

Dayanışmanın Gücü

 Bir zamanlar, küçük bir kasabada yaşayan Ali adında bir adam vardı. Ali, ailesiyle birlikte mütevazı bir hayat sürüyordu. Kasabanın en sevilen bakkalı olan Ali, dürüstlüğü ve yardımseverliği ile tanınırdı. Ancak, Ali'nin en büyük sorunu sağlığıydı. Kalp rahatsızlığı nedeniyle sürekli doktor kontrolünde olan Ali, ağır işlerden kaçınmak zorundaydı. Bir gün, Ali'nin durumu aniden kötüleşti ve acil bir ameliyat geçirmesi gerekti. Ameliyatın maliyeti çok yüksekti ve Ali'nin birikimleri bu masrafı karşılamaya yetmiyordu. Kasaba halkı, Ali'yi çok sevdiği için ona yardım etmek istedi. Herkes elinden geleni yaparak Ali için para toplamaya başladı. Biri evde yaptığı reçelleri sattı, bir diğeri bahçesindeki sebzeleri pazara götürdü. Bu arada, kasabanın en zengin adamı olan Mehmet Bey, Ali'nin durumunu öğrendi. Mehmet Bey, yıllar önce Ali'den büyük bir yardım görmüştü. Bir gün Mehmet Bey'in oğlu kaybolmuş ve Ali onu bulup ailesine geri getirmişti. Bu iyiliği unutmayan ...

Göklerden Gelen Armoni

Bir yaz gecesi, Anadolu'nun sakin bir köyü olan Akçayır'da, yıldızlar her zamankinden daha parlaktı. Köylüler her gece olduğu gibi, gökyüzüne bakarak günün yorgunluğunu atıyordu. Ancak, bu gece bir şey farklıydı. Gökyüzünde, yavaşça hareket eden parlak bir ışık belirdi. Köyün yaşlı bilgesi Zeynep Nine, ışığı fark eden ilk kişiydi. "Bu bir işaret," dedi, gözlerini kısmış, gökyüzünü tararken. "Gecenin bu vakti, böyle bir ışık… Bu olağan değil." Zeynep Nine'nin genç torunu, Elif, merakla ona yaklaştı. "Nedir bu, babaanne?" diye sordu. Zeynep Nine, torununa döndü ve derin bir nefes aldı. "Bu, belki de başka dünyalardan gelen bir misafirdir. Evren büyük, Elif. Bizden başka varlıklar da olabilir." Elif'in gözleri parladı. Bilim kurgu romanlarına olan ilgisi, bu anın büyüsünü daha da artırıyordu. "Gidip bakalım mı?" diye heyecanla sordu. Zeynep Nine başını salladı. "Hadi, gidelim." Elif ve Zeynep Nine, köyün dışında, ...

Gizli Ormanın Sırrı

Küçük bir köyün kıyısında, kimsenin girmeye cesaret edemediği bir orman vardı. Yıllar önce köyün yaşlıları, ormanın içindeki bir sırrı korumak için buraya kimsenin girmemesi gerektiğini söylemişti. Ormanda büyülü yaratıkların yaşadığı ve her dolunayda gizemli olayların meydana geldiği söylenirdi. Bir gün, 12 yaşındaki Meral, bu hikayelerin gerçek olup olmadığını öğrenmeye karar verdi. Kendisini ormanın derinliklerine doğru bir maceraya atılmaya hazır hissetti. Sabah erkenden kalkıp yanına sadece bir fener ve birkaç dilim ekmek alarak yola koyuldu. Ormanın içine adım attığında, ağaçların gölgeleri arasında bir sessizlik hakimdi. Meral, ilerledikçe etrafında hafif bir parıltı fark etti. Parıltının kaynağına yaklaştığında, yerde parlayan bir taş buldu. Taşı eline aldığında, taşın sıcaklığı ve hafif titremesi onu şaşırttı. Taşı cebine koyup yoluna devam ederken, birden karşısına konuşan bir sincap çıktı. Sincap, "Merhaba, cesur insan. Buraya nasıl geldin?" dedi. Meral şaşkınlıkla...