Mezardan Gelen Ses
Soğuk bir kış gecesiydi. Yıldızsız, karanlık gökyüzü, Çukur köyünün üzerine bir örtü gibi serilmişti. Köydeki herkes evlerine çekilmiş, sobanın başında oturuyordu. Ama o gece, kimse uyuyamayacaktı.
Gece yarısına doğru, köyün mezarlığından bir ses yükseldi. Başlangıçta fısıltılar gibiydi, rüzgarın uğultusuna karışıyordu. Ancak zamanla bu fısıltılar, yankılanan bir haykırışa dönüştü. İnsanlar, ne olduğunu anlamak için dışarıya çıktılar. Ancak sesin kaynağını bulamadılar. Kimse mezarlığa gitmeye cesaret edemedi.
Ertuğrul, köyün en cesur gençlerinden biriydi. Herkes korkuyla evlerine geri dönerken, o mezarlığa doğru yürümeye başladı. "Bu sesin kaynağını bulmalıyım," diye düşündü. Ay ışığı, mezar taşlarının üzerinde titreşiyor, etrafa ürkütücü bir hava katıyordu.
Mezarlığın derinliklerine ilerledikçe, ses daha da yükseldi. Çevresindeki mezar taşları, rüzgarın etkisiyle titriyor gibi görünüyordu. Ağaç dalları ürkütücü bir şekilde hışırdıyor, karanlığın içinden tuhaf gölgeler geçiyordu. Ertuğrul'un içini bir korku kapladı; sanki gözler onu izliyordu. Birdenbire, yere düşmüş bir dal, Ertuğrul'un ayağının önünde aniden hareket etti. Ertuğrul, irkilerek geri çekildi. Kalbi hızla atıyordu.
Her adımında ayaklarının altında çıtırdayan yapraklar, gecenin sessizliğinde yankılanıyordu. Adımlarını hızlandırdı, ama sesler peşini bırakmıyordu. Mezarlığın derinliklerine doğru ilerledikçe, sanki etrafındaki her şey ona karşı harekete geçiyordu. Ertuğrul, korkunun pençesinde ilerlemeye devam etti.
Ertuğrul, sesin geldiği yere yaklaştıkça adımını attığı yerler kayıyor, sarsılıyordu. Düşmemek için mezarların yanında bulunan ağaçların gövdesine sarılıyordu. Ağaçlar ise gövdesinden ikiye bölünecekmiş gibi eğiliyor, çatırdıyordu.
Ertuğrul, büyük zorlukların ardından mezarı bulmuştu. Ses mezarlıktaki en eski mezarın başından yükseliyordu. Bu mezar, köyün hocalarından biri olan Süleyman Hoca’ya aitti.
Ertuğrul, mezarın başına geldiğinde ses birdenbire kesildi. Tam o anda, mezarın toprağı hafifçe kıpırdadı. Ertuğrul, gözlerine inanamadı. Mezar taşının altından bir ışık süzülüyordu. Yüreği ağzına gelmişti ama geri dönmek için çok geçti. Bir kürek alıp toprağı kazmaya başladı.
Kazdıkça, ışık daha da parladı. Bir süre sonra, bir sandık ortaya çıktı. Sandığın kapağını açtığında, içinden eski bir günlük çıktı. Günlüğün sayfaları sararmış ve yıpranmıştı. İlk sayfayı açtığında, “Bu günlük, köyümüzün en karanlık sırrını saklıyor,” yazıyordu.
Ertuğrul, sayfaları çevirdikçe, köyün geçmişine dair korkunç gerçeklerle yüzleşti. Günlükte yazanlara göre, Süleyman Hoca, köyün refahı için karanlık bir büyü yapmış ve bu büyü sonucunda köydeki birçok masum insanın ruhu mezara hapsedilmişti. Bu ruhlar, yıllardır özgür kalmak için çığlık atıyordu.
Ertuğrul, günlüğü okudukça, sesler yeniden yükselmeye başladı. Bu sefer daha güçlü ve daha ürkütücüydü. "Onları özgür bırakmalıyım," diye düşündü. Günlüğün son sayfasında, ruhları serbest bırakmanın yolunu buldu. Bir tören yapması gerekiyordu. Ancak bu, hayatını tehlikeye atabileceği anlamına geliyordu.
Köye geri dönüp yaşlılardan yardım istedi. Köyün yaşlıları, Ertuğrul’un planını duyunca, ona yardım etmeye karar verdiler. Birlikte mezarlığa geri döndüler ve töreni gerçekleştirdiler. Son dualar okunduğunda, mezarlıktan yükselen sesler bir anda kesildi. Huzur dolu bir sessizlik çöktü.
Ruhlar nihayet özgürdü. Ancak Ertuğrul, hayatını bu uğurda feda etmişti. Köylüler, onun cesaretini ve fedakarlığını hiç unutmadılar. Ertuğrul’un mezarı, köyün en saygı duyulan yeri haline geldi. Her yıl, o gece köylüler mezarının başında toplanır ve onun anısını yaşatmak için dualar ederler.
Ama bazen, soğuk kış gecelerinde, mezarlıktan yükselen hafif bir fısıltı duyulur. Köy halkı, Ertuğrul’un ruhunun hâlâ köyünü koruduğuna inanır.
Emeğine sağlık çok güzel bir çalışma
YanıtlaSil