Gelin-Güvey Kayaları Efsanesi
Olukman Köyü, yemyeşil ormanla çevrili, içinde ışıl ışıl parlayan, buz gibi suyu olan bir nehrin geçtiği, huzur dolu bir yerdi. Köyün hemen arkasında yükselen dağın tepesinde, köylülerin "Gelin-Güvey Kayaları" dediği iki büyük kaya parçası dururdu. Bu kayaların, yıllar önce yaşanan dokunaklı bir aşk hikayesinin simgesi olduğuna inanılırdı. Köylüler bu hikayeyi nesilden nesile aktarırdı ve her anlatışta yeni bir ayrıntı eklenir, her seferinde biraz daha efsaneleşirdi.
Bir zamanlar, köyde çok güzel bir kız olan Gülay yaşardı. Gülay, köyün en parlak yıldızıydı. Saçları gece kadar siyah, gözleri gökyüzü kadar maviydi. Onun gülüşü, bahar rüzgarının çiçekleri okşayan naifliğiyle köyü aydınlatırdı. Gülay’ın en yakın arkadaşı ve sırdaşı ise Ali'ydi. Ali, otistik bir gençti ve köyde farklılıklarıyla dikkat çekerdi. Ali'nin dünyası, diğerlerinin dünyasından farklıydı; ama Gülay için Ali, her zaman eşsiz bir dosttu. Ali’nin gözlerinde, kimsenin göremediği bir bilgelik ve derinlik vardı. Gülay, Ali'nin dünyasında kendine bir yer bulmuş, onunla paylaştığı anlarda huzur bulmuştu.
Gülay'ın babası, zengin ve nüfuzlu bir adamdı ve Gülay’ı köyün en zengin adamının oğlu Hüseyin ile evlendirmek istiyordu. Fakat Gülay’ın kalbi, çocukluk aşkı olan Ahmet için çarpıyordu. Ahmet, dürüst ve çalışkan bir gençti, ancak fakir olduğu için Gülay’ın babası tarafından reddedilmişti. Gülay’ın babası, kızının Ahmet’le evlenmesini yasaklamış, onun zengin biriyle evlenmesini zorunlu kılmıştı. Gülay’ın kalbi, bu baskıya dayanmakta zorlanıyordu. Her gece, Ahmet’i düşünerek uykuya dalar, sabahları onun hayaliyle uyanırdı.
Ali, Gülay’ın ve Ahmet’in arasındaki bu aşkı biliyordu. Kendi dünyasında, aşkın saflığını ve gücünü çok iyi anlıyordu. Gülay ve Ahmet’in mutsuz olmasına dayanamayan Ali, onlara yardım etmeye karar verdi. Ali, kurduğu planlarla, Gülay ve Ahmet’in kaçışını düzenledi. Bir gece, Gülay ve Ahmet, Ali'nin yardımıyla kaçarak dağın tepesine, Gelin-Güvey Kayaları’na sığındılar. Ali, onlara güvenli bir yol gösterdi ve kayaların arasında bir barınak bulmalarını sağladı. Kayaların arasında, rüzgarın melodisini dinleyerek, birbirlerine sarılarak, geleceği umutla beklediler.
Ancak köyde bu kaçış fark edildiğinde, köylüler peşlerine düştü. Gülay’ın babası, kızını ve Ahmet’i bulup cezalandırmak istiyordu. Tam onları yakalayacakları sırada, o an, gökyüzü karardı ve büyük bir fırtına koptu. Yıldırımlar, Gelin-Güvey Kayaları’na çarparak kayaların şeklini değiştirdi. Fırtınanın sesi, köyün dört bir yanından duyuluyor, herkes korkuyla evlerine sığınıyordu.
Fırtına dindiğinde, köylüler kayaların arasında Gülay ve Ahmet’i bulamadı. Gülay’ın babası, kızını ve Ahmet’i kaybettiğini anlayınca çok üzüldü ve pişmanlık duydu. Kalbindeki öfke yerini derin bir boşluğa bırakmıştı. Köylüler, bu olayın Tanrı’nın bir uyarısı olduğunu düşünerek, Gelin-Güvey Kayaları’na kutsal bir anlam yüklediler.
Ali, bu olaydan sonra daha da içine kapandı. Ali’nin gözlerinde, Gülay ve Ahmet’in aşkının yankısı vardı. Gülay ve Ahmet’in aşkı, köyde anlatılan en büyük efsane oldu ve Gelin-Güvey Kayaları, aşıkların buluşma yeri olarak anılmaya devam etti. Ali ise, her gün o kayaların yanına gidip sessizce oturur, arkadaşlarının anısını yaşatırdı. Onların aşkının yankısı, Ali'nin kalbinde ebediyen yaşamaya devam etti.
Bu hikaye, Olukman Köyü'nün unutulmaz bir parçası haline geldi. Gelin-Güvey Kayaları, sadece bir doğa harikası değil, aynı zamanda aşkın ve dostluğun en saf hallerini temsil eden bir yer olarak anıldı. Ali’nin özel dünyası, bu hikayenin en önemli unsurlarından biri olarak hatırlanarak, köydeki herkesin kalbine dokundu.
Yorumlar
Yorum Gönder